TELETAŞ: ACI BİR ANI, KIYMETLİ BİR DERS
Yeni ve eski teknolojilerin aynı anda ticari değer arz ettiği bir geçiş dönemindeyiz. Yeni teknoloji ve sektörlerin, yarının dünyasında ne gibi faydalar sunabileceğinin farkındayız. Zira insanlık tarihini bir bütün olarak ele aldığımızda bu duruma pek çok kez şahit olduk. Ancak AR-GE disiplini göstermenin maddi ve yönetimsel zorlukları altında maalesef çoğu kez kısa vadeli faydalara odaklanmak tercih edilebilir görülebiliyor. Doğru anda, doğru teknolojiye ve doğru kimselere destek sunmamak ve hatta güçlük çıkarmak ise şahıslar şöyle dursun ülkelerin kaderini etkileyebiliyor.
Bugün müstakilen bir sektör olmanın ötesinde telekomünikasyon sektörünün sosyo-ekonomik hayatı bütünüyle nasıl dönüştürdüğü hepimizin malumu. Telekomünikasyon sektörümüzde donanım ve yazılım altyapısı ve hizmet boyutunda değer üretmek için kıymetli çabalar sarf ediliyor. Birçok noktada küresel düzeyde rekabet edebilir seviyede olsak da maalesef pek çok noktadaki çaba, yabancı rakipleri belirli ölçülerde yakalamak üzerine kurgulu. Çünkü bugünün refahı için dün atılması gereken adımlarda eksik kaldık. Kimi zaman ise ilerlediğimiz yollardan geriye döndük. TELETAŞ deneyimi bu noktada karşımıza çıkan örneklerden biri.
1960’lı yıllarda, telekomünikasyon altyapı gereksinimlerinin aciliyeti neticesinde PTT ARLA, büyük özverilerle oluşturuldu. İlerleyen yıllarda PTT ARLA, TELETAŞ’a; tersine mühendislik çalışmalarıyla nitelik üretme arzusundaki küçük bir ekip, özgün tasarımlarıyla iç ve dış pazarın gereksinimlerini karşılama yetisine sahip binlerce kişilik bir şirkete dönüştü. Analog sistemlerden sayısal sistemlere geçişin bir zorunluluk haline geldiği, telekomünikasyon sektörünün bugün eriştiği konumun yansımalarının oluştuğu 1980-1990’lı yıllarda bu dönüşüm, Türkiye için hayati bir değer taşıyordu.
“Biz TELETAŞ’ı Öldürmek için Aldık.”
Kamu iktisadi teşebbüslerinin yönetim sorunları, kaynak ihtiyacı ve küresel eğilimler Türkiye’yi özelleştirmeye yönlendirirken ne yazık ki ülkemiz bu sürece vergi mükelleflerine yük olan teşebbüsler yerine “satışı kolay, karlı” TELETAŞ’la başladı. 1987 yılında PTT’nin %40 hissesi Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’ne devredilirken 1988 yılında idarenin TELETAŞ’taki %22’lik hissesinin halka arzı gerçekleştirildi. “20-30 milyon dolar gelir dışında” reel bir çıktı vadetmeyen bu işlemin gerçekleştirilebilmesi için yalnızca televizyon reklamlarına 761 milyon TL’den fazla harcama yapıldığı belirtiliyor.
1984 yılında Sistem 12 sayısal santralleri için lisans anlaşması imzalanmış fakat bu anlaşmaya giden yol, şirketin %39’luk hissesini yabancı bir şirkete satmasıyla sonuçlanmıştı. Dolayısıyla %22’lik hissesinin halka arzının gerçekleştiği 1988 yılında da TELETAŞ bütünüyle devlete ait bir kurum değildi.
Sayısal Santral Geliştirme Çabaları Yabancı Ortaktan Gizli Yürütüldü
Sistem 12’nin dağıtılmış denetimli olması, herhangi bir modülde oluşabilecek arızanın sistemin bütünü üzerindeki etkisini sınırlamaktaydı. Sistem 12’ye yeni özellikler kolaylıkla eklenebiliyordu. Ancak Sistem 12, küçük abone gereksinimleri için pahalıydı.
Sistem 12’de deneyimlenen tecrübe, yazılımlara katkıda bulunma evresine gelinmesi ve model santral üzerinde yapılan modifikasyon uygulamaları TELETAŞ Yönetimine sayısal santral geliştirilmesi konusunda güç veriyordu. Bununla birlikte eski yöneticilerinin aktardığı üzere yabancı ortakla oluşan iç gerilim, özgün sayısal santral geliştirme çabalarının yabancı ortaktan gizlenmesi sonucunu doğurmuştu. 250 aboneye kadar hizmet verebilecek ilk kademe sayısal santral, 2.000/3.000 aboneye kadar hizmet verebilecek ikinci kademe sayısal santral ve ilk etapta başlangıç noktası üzerinde herhangi bir planlamanın yapılamadığı üçüncü kademe sayısal santral olmak üzere, bir sayısal santral ailesinin geliştirilmesi öngörülmüştü. Birinci kademe sayısal santrallerin üretimi ve PTT’ye teslimi sağlanmışsa da diğer kademelere ilişkin geliştirme çabaları durdurulmuştu.
TELETAŞ; Sistem 12 sayısal santralleri, AR-GE çalışmalarının bir sonucu olan küçük sayısal santralleri (“LEVENT”) ve tümüyle kendi tasarımı olan PCM (sayısal çoklayıcılar)’leri ile Türkiye’de haberleşme şebekesinin sayısallaşma gereksiniminin karşılanmasındaki önemli aktörlerden biriydi.
Sayısal santralleri, sayısal ve analog çoklama sistemleri, sayısal ve analog radyo linkleri, fiberoptik transmisyon sistemleri, kırsal abone radyo link sistemleri, TV aktarıcı ve vericileri, ofis haberleşme donanımları ve güç kaynakları gibi kıymetli ürünleri üretebilir konumdaydı.
1991 yılında açıklanan verilere göre sayısal santrallerin %40’ı, ulusal ağın kanal ucu analog ve sayısal çoklama sistemlerinin %87’si, alıcı verici analog ve sayısal radyolink sistemlerinin %61’i, kumbaralı telefon makinalarının %87’si TELETAŞ tarafından üretilerek PTT’nin kullanımına sunulmuştu. Aralarında SSCB’nin de bulunduğu pek çok ülkeye ulusal sistem ihracatı gerçekleştirilmişti. Teknoloji aktarmak üzere İran ile lisans anlaşması imzalanmıştı.
1992 yılında Dünya Bankası tarafından yayınlanan bir rapor, 1990 yılı verilerine göre Türkiye’deki ilk 150 sanayi kuruluşundan 6’sının (Bekoteknik, Vestel, Profilo Electronic, NETAŞ, ve ASELSAN) elektronik alanında faaliyet göstermesine dikkat çekmişti. Listede 46. Sırada yer alan TELETAŞ, ihracat hacmi ve kabiliyetleriyle Türkiye ekonomisi için kritik bir öneme sahipti. TELETAŞ ve NETAŞ aracılığıyla PTT’nin telekomünikasyon ekipmanı tedarikinde yerel kapasitesini güçlendirdiği açık bir gerçeklikti. Satış gelirlerinin yaklaşık %5’ini AR-GE’ye yatıran bu aktörler söz konusu raporda, bir bütün olarak Türkiye’nin bilişim alanındaki AR-GE çabalarının da merkezi olarak değerlendirilmişti.
Satın Alma Sonrası İlk Adım: AR-GE Biriminin Kapatılması
Gözle görülür biçimde Türkiye, telekomünikasyon alanında gelecek vadeden bir konumdaydı. 1994 yılında gerçekleştirilen blok satışın ardından yabancı ortağın TELETAŞ içerisindeki payının %65’e çıkması ise tüm kabiliyetleriyle TELETAŞ’ın yok olmasına neden oldu. Çok kısa bir süre içerisinde AR-GE birimi kapatılarak kıymetli bilgi birikimi heba edilirken, şirket bir satış-destek ofisine çevrildi.
1 Ağustos 1996 tarihinde ANAP milletvekili Adil Aşırım, eski bir TELETAŞ AR-GE çalışanı olduğunu belirterek şu ifadeleri kullanmıştı: “Network Termination’ını yapan ilk mühendisim; 1989’da bitirdik. Belçika geldi ‘biz zaten bunu yapıyoruz’ dedi. 1993’te Almanya’ya gittiğimde, Belçika’dan görüştüğüm arkadaşım ‘senin NT1’ı, biz daha yeni yapıyoruz’ dedi.”
Yabancı ortağın yetkililerden birinin sarf ettiği belirtilen “Biz TELETAŞ’ı öldürmek için aldık. Asya pazarında ayağımıza fazla basıyordu” cümlesi ise bu acı deneyimin tek cümlelik özetidir.
Peki Şimdi Neye Dikkat Etmeliyiz?
Finansal yetersizliklerinin aşılması, yeni teknolojilerin ülkeye kazandırılması, yeni istihdam olanaklarının elde edilmesi gibi olası pozitif çıktılarıyla yabancı yatırımlar; ülke ekonomilerinin büyümesi ve kalkınmasındaki önemli bir kaynak olarak değerlendirilmektedir. TELETAŞ deneyimi ise yaygın biçimde kabul gören bu iktisadi argümanı yalanlamaktan ziyade yabancı yatırımların potansiyel tehditlerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini kanıtlamaktadır. Stratejik teknolojilerin, küresel güç dengesinin belirlenmesinde giderek artan önemi ve Çin başta olmak üzere farklı aktörlerin “yatırımlarını” ulusal çıkarlarını belirginleştirmek için kullanması, söz konusu gerekliliğin ehemmiyetini daha da artırmaktadır. Öyle ki “Avrupa yeniliklerinin tekelini eline almaya çalışmakla” suçlanan Çin de dahil olmak üzere pek çok devlet, stratejik alanlardaki yabancı yatırımlar üzerindeki kontrollerini genişletmektedir.
TELETAŞ’a sahip çıkabilseydik muhtemel biçimde bugün ülkemiz dünya çapında bir telekomünikasyon altyapı tedarikçisine sahip olacaktı. “Keşkelerle” ifade edemediğimiz böylesi kayıpların tekrarlanmaması adına savunma, enerji, bilişim, yapay zeka, ileri robotik ve kuantum teknolojileri gibi kritik alanlardaki yabancı yatırımların ulusal güvenliğimiz ve ekonomik bağımsızlığımız üzerinde doğuracağı tüm olası sonuçları değerlendirmeliyiz. Küresel pazarda rakipsiz hale gelmek için yerli kabiliyetlerimizi bünyesine katmaya çalışan sözde yatırımlar karşısında bilinçli olmalıyız. AR-GE disiplinimizden taviz vermemeliyiz.
