ASKERİ BİYOMETRİK TEKNOLOJİLER: ABD
Biyometrik teknolojilerin üzerlerinde kullanılmasından endişe duyan Batı toplumları, biyometrik teknolojilerin kullanıcısı askeri unsurlarıyken; yani gözetlenenler kendileri değilken, endişe duymaktan imtina etmektedir.
İris tanımlama, yüz tanımlama, parmak izi tanımlama gibi alt dalları bulunan küresel askeri biyometrik pazarının 2020 yılındaki 5,65 milyar dolarlık pazar büyüklüğünün 2025 yılına gelindiğinde 10,62 milyar doların üzerine çıkması öngörülmektedir.
ABD Savunma Bakanlığı, biyometrik teknolojilere yönelik önemli bir talep kaynağı olmanın ötesinde teknolojinin gelişimindeki unsurlardan biridir. Bu hususta ABD Savunma Bakanlığı’nın, başladığı 1993 yılından sonlandığı 1998 yılına kadar FERET programına (Yüz Tanımlama Teknolojisi Programı) 6,5 milyon doları aşan bir kaynak aktarması zikredilebilir.
Güvenlik, istihbarat ve kolluk kuvvetleri personellerinin görevlerini yerine getirmesine yardımcı olmak üzere otomatik yüz tanıma yeteneğinin geliştirilmesi amacıyla oluşturulan FERET programının üç temel görevi şu şekildeydi:
Yüz tanıma sistemi için gerekli teknoloji tabanının oluşturulmak; yüz tanımayı teoriden çalışan laboratuvar algoritmasına dönüştürmek,
Bireylerin yüz görüntülerini içeren geniş bir veri tabanı oluşturulmak ve
FERET veri tabanı kullanılarak yüz tanıma algoritmalarının kabiliyetlerinin karşılaştırılarak değerlendirilmek.
FERET programının en önemli çıktılarından biri ise sonraki çalışmalara kazandırdığı meşruiyettir.
11 Eylül Terör Saldırıları: Bir Kırılma Noktası
11 Eylül 2001 Terör Saldırıları, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri sadece rasyonel etkinliklerin bir sonucu olarak nitelemenin pek de mümkün olmadığının bir başka göstergesidir.
Makro ve mikro düzeyde pek çok alanda bir kırılma noktası olan 11 Eylül 2001 tarihi, ABD Yönetiminin biyometrik teknolojilere yönelik yaklaşım tarzında anlamlı bir değişikliğin oluşmasına neden oldu.
Demokrat Senatör Dianne Feinstein 14 Kasım 2001’de şu soruyu sormuştu: “Koordineli büyük bir terörist grubu tespit edilmeden nasıl bir yıldan uzun bir süre ABD’de faaliyet gösterebildi ve nasıl tek bir sabahta durdurulmadan dört farklı yolcu uçağına binebildi?” Feinstein’ın cevabı oldukça netti: “Onları tespit edemedik. Burada olduklarını bilmiyorduk.” Bu noktada Feinstein’a göre, yalnızca ABD’ye saldırı planlayan teröristleri tanımlanabilmesi durumunda onları durdurma şansı elde edilecektir. Biyometrik teknolojiler ise potansiyel teröristlerin tespit edilmesinde “yeni” bir yol sunmaktadır.
ABD’li yetkililerin vurguladığı üzere, ABD Savunma Bakanlığı 11 Eylül 2001 öncesinde biyometrik teknolojileri askeri tesislere ve network’lere güvenli erişimin sağlanması bağlamında ele almıştır. 11 Eylül sonrasında “terör ile mücadele” Savunma Bakanlığı’nın odak noktasını oluştururken biyometrik teknolojiler de bu mücadeledeki unsurlardan biri haline gelmiştir. Bu kapsamda biyometrik teknolojilerin Afganistan ve Irak’taki operasyonlarda ABD ve müttefik askerlerinin korunması maksadıyla kullanıldığı ardındansa bu teknolojilerin Savunma Bakanlığı için bir operasyonel araç haline geldiği belirtilmektedir.
Açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre ABD ordusu Afganistan ve Irak’ta yalnızca hapishanedeki şüphelilerin değil sivillerin de parmak izi, iris ve yüz görüntüleri gibi biyometrik verilerini toplamıştır.
2021 yılı itibariyle erişilip erişilmediği bilinmemekle birlikte ABD Savunma Bakanlığı’nın Afganistan’daki toplam popülasyonun %80’inin yani yaklaşık 25 milyon kişinin biyometrik verilerini elde etmeyi amaçladığı aktarılmaktadır.
Irak’ın “İyiliği” Adına Iraklı Yetkililere Aktarılmayan Biyometrik Veriler
2010 yılında kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Pentagon, savaş dönemindeki geniş çaplı gücünü kullanarak Iraklıların parmak izi, DNA, iris ve yüz görüntüleri gibi biyometrik verilerini elde etmiş ve bu süreçte 27 milyon Iraklı’nın yaklaşık %7’si bir “dost” mu yoksa bir “düşman” mı olduklarına dair bilgiler ile birlikte kategorize edilmiştir. ABD’li uzmanlar ise savaş döneminde büyük fayda sunduğu belirtilen bu veri tabanının savaş sonrasında Iraklı yetkililere tesliminin ABD ile çalışan Iraklılar için çeşitli tehditler içereceğini ve listenin “yanlış ellerde” bir “ölüm listesi” haline gelebileceğini belirtmiştir. Aralık 2011’de ise ABD ordusunun 3 milyon Iraklı’nın biyometrik verilerini elde ettiği ve bu verilerin savaş sonrasında Iraklı yetkililere aktarılmadığı kamuoyuna yansımıştır.
GAO tarafından yayınlanan bir rapora göre Savunma Bakanlığı 2008 yılından raporun yayınlandığı 2017 yılına kadar 1.700 kişinin yakalanması veya öldürülmesinde ve 92.000 kişinin askeri üstlere erişiminin engellenmesinde, biyometrik ve adli kabiliyetlerini kullanmıştır.
2017 yılında ABD’li Tümgeneral James Jarrard, IŞİD’e yardım etmesine rağmen serbest bırakılan kimselerin biyometrik verilerini, SDG (terör örgütü YPG/PKK güdümündedir) ile birlikte topladıklarını açıklamıştır. Ayrıca İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden bir araştırmacı, “Kürt yetkililerin” yakaladıkları şüphelilerin biyometrik kayıtlarını tuttuğunu, Irak’ın ise bu yöntemi yaygın bir biçimde kullanmadığını iddia etmiştir. Ekim 2020’de ise ABD, YPG/PKK’ya bağlı sözde güvenlik güçlerine, içerisinde parmak izi takip cihazlarının teslimini de kapsayan 400 milyon dolarlık destek programı başlatmıştır.
Özetle 11 Eylül sonrasında biyometrik teknolojileri, “terörle mücadeledeki yeni bir yol” olarak konumlandıran ABD, bugün terör örgütü YPG/PKK’ya biyometrik kabiliyetler sunar hale gelmiştir.
