YAPAY ZEKANIN DEMOKRATİK YÖNETİMLERE YANSIMALARI
Yapay zekanın mümkün kıldığı yeni teknolojik olanaklar basit birer teknolojik gelişme olmanın ötesinde derin tarihsel kökenleriyle bugün modern toplumun ayrılmaz bir parçası olan demokratik yönetimler üzerinde doğrudan ve dolaylı bir takım etkilerin oluşmasına neden olmaktadır. Diğer yandan yapay zekanın çok yönlülüğü doğrultusunda bu etkilerin demokratik yönetimler için bütünüyle bir fayda yada tehdit unsuru olduğunu söylemek güçtür.
Yapay zeka teknolojisi vasıtasıyla görüntülerin manipüle edilmesi olarak özetlenebilecek olan deepfake bu kapsamda değerlendirilebilecek bir teknolojidir. İlk olarak 2017 yılının sonları itibariyle kullanılır hale gelen deepfake videoları bir mizah unsuru olmanın ötesinde kişilik haklarına ve demokratik yönetimlere zarar verebilecek bir unsur olarak ele alınmaktadır. Zira yapay zeka teknolojisi marifetiyle hazırlanan bu sahte videolar henüz gelişimlerinin ilk evresinde olunmasına rağmen sahte ve gerçek arasındaki ayrımın yapılabilmesini güçleştirmektedir.
Deepfake videolarına ilişkin olarak dikkat etmemiz gereken ilk durum söz konusu videoların komedyenler ve kimliği belirsiz internet kullanıcılarının ötesinde resmi kanallar aracılığıyla da hazırlanabiliyor olmasıdır.
Mayıs 2018’de Flaman Sosyalist Partisi (SPA) Belkçika’daki bir siyasal parti) iklim değişikliği ile mücadele edilmesine yönelik politikalara destek vermediği bilinen ABD Başkanı Donald Trump’ın deepfake videosunu hazırlayarak iklim değişikliğine dikkat çekmeye çalışmıştır. Partinin sosyal medya platformlarında yayınlanan bu videonun sonunda sesi ve görüntüsü manipüle edilen Trump “Hepimiz iklim değişikliğinin sahte olduğunu biliyoruz, tıpkı bu video gibi” ifadesini kullanmıştır. Dahası Trump’ın dudak hareketleri tam anlamıyla manipüle edilmemiştir. Buna rağmen bazı sosyal medya kullanıcıları videonun sahte olduğunu anlayamamıştır. Bu şartlar altında dahi deepfake belirli kullanıcıların gerçeklik algılarını sarsabiliyorken deepfake teknolojisinin daha da gelişmesi ve deepfake videolarını hazırlayanların özel olarak videoların gerçek olduğuna ilişkin bir izlenim yaratmak istemeleri durumunda bizleri neler bekliyor?
ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu’na göre bireylerin, oy verenlerin ekranda gördüklerinin gerçekliğini değerlendirirken artık kendi gözlerine ve kulaklarına güvenememesi neticesinde deepfake ulusal güvenlik ve demokratik yönetişim hakkında önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu kapsamda Kasım 2020’deki ABD başkanlık seçimleri öncesinde ABD’li siyasetçiler deepfake’in seçim sonuçlarını etkilemesinden endişe etmekte ve seçmelerin yanlış bilgilendirilmesinin önüne geçmek amacıyla sosyal medya şirketlerinin seçimler öncesinde bu konuda bir aksiyon almasını istemekteydi.
New York Üniversitesi Stern İş ve İnsan Hakları Merkezi tarafından Eylül 2019’da yayınlanan bir rapor sosyal medyayı yanlış bilgilerin yayılmasını hızlandıran bir unsur olarak değerlendirirken deepfake videolarının herhangi bir zarara yol açmadan önce belirlenmesini ve kaldırılmasını önermiştir. Nitekim ABD’deki bu genel eğilimlerin bir yansıması olarak sosyal medya şirketleri seçimler öncesinde deepfake videolarına ilişkin yasaklamalar getirmiştir.
Deepfake özü itibariyle “sahte” olsa da bu deepfake’in demokrasiye zarar veren bir teknoloji olarak değerlendirilmesini gerektirmez. Deepfake karşı tarafa zarar vermek üzere kurgulanmak zorunda değildir.
Şubat 2020’deki Delhi Ulusal Başkent Bölgesi yerel parlamento seçimleri öncesinde, iktidardaki Hindistan Halk Partisi’nin (BJP) Delhi temsilcisi (an itibariyle bu görevde değil) Hintli politikacı Manoj Kumar Tiwari deepfake’i seçim kampanyasında kullandı.
Tiwari tarafından Hintçe çekilen bir siyasi kampanya videosu yapay zeka temelli “deepfake” teknolojisiyle İngilizce ve Haryanvi (yerel bir dil) dillerinde sonradan oluşturulmuş videolara dönüştürüldü. Bir yetkiliye göre deepfake kampanya çabalarının ölçeklendirilebilmesini sağladı. Zira deepfake sayesinde Haryanvi dilini konuşamayan Tiwari seçmenlerine onların diliyle ancak kendi görüntüsüyle erişebildi. Bir başka yetkiliye göre ise bazı seçmenler (ev kadınları) Tiwari’yi Haryanvi dilinde dinlemeyi “cesaret verici” bir olay olarak değerlendirdi.
Tirawi seçimlerde ezici bir yenilgi alsa da yapay zekanın manipülasyon amacıyla hazırlanmış bir video olarak değil resmi kanallar yoluyla ve etik biçimde bir seçim kampanyasında kullanılması önemli bir dönüm noktasıdır.
2020 ABD başkanlık seçimleri öncesinde ABD kamuoyunun (ve özellikle demokratların) deepfake’e yönelik yoğun endişesi temel olarak, 2016 yılındaki başkanlık seçimlerinde yapay zekanın seçmenleri manipüle etmenin bir yöntemi olarak kullanıldığına ve Donald Trump’ın Hillary Clinton karşısındaki zaferinin de bununla ilişkili olduğuna yönelik iddialar kaynaklı olarak gelişmiştir.
Böylesi güçlü iddiaların gündeme getirilmesini mümkün hale getiren, genel itibariyle bireylerin izinleri dışında kötü niyet ve sistem hatalarıyla elde edilen verilerdir. Hatırlanacağı üzere 2018 yılında bazı basın kuruluşları Cambridge Analytica’nın hazırlattığı bir kişilik testi vasıtasıyla bu test için gönüllü olan 270.000 Facebook kullanıcısının ve bu kullanıcıların arkadaşlarının verilerine ulaştığını iddia etmişti. İddialar 50 milyon kullanıcının verilerine ulaşıldığı yönündeydi. Ancak daha da dramatik bir biçimde bu iddiaların ardından Facebook, çoğu (70,6 milyonu) ABD’li olmak üzere toplamda 87 milyon kişinin verilerinin uygunsuz bir biçimde Cambridge Analytica ile paylaşılmış olabileceğini itiraf etmişti.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Cambridge Analytica 2014 ABD Senato seçimlerinde muhafazakar adaylar, Brexit sürecinde Leave.EU grubu, 2015’te Cumhuriyetçi başkan adayı Ted Cruz ve sonrasında Cumhuriyetçilerin 2016 ABD Başkanlık seçimlerindeki remi adayı Donald Trump için çalıştı. Elbette bu aktörlerin (büyük bir kısmının) elde ettiği başarı tümüyle Cambridge Analytica’nın yapay zekaya dayalı “çözümlerine” bağlanamaz. Ancak bu hal, uygunsuz bir biçimde elde edilen verilerin, demokratik bir biçimde alınan ve bugün küresel sistemi farklı yönlerde etkileyen kararların oluşmasındaki güçlü bir unsur olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Leave.EU grubu iletişim direktörü Andy Wigmore’a göre “tıpkı onların kullandığı gibi” yapay zeka bireyler hakkındaki her türlü şeyi ve onları nasıl bir reklam ile ikna edeceğinizi söylemektedir. Bu kapsamda Wigmore’a göre Facebook “like” ‘ları yürüttükleri kampanyanın “en güçlü silahıdır”.
Yapay zeka farklı toplumsal koşullara farklı çözümler geliştirebilme esnekliğine sahip bir teknolojidir. Örneğin ABD’de yapay zeka, tasarıların yasa haline gelmesine yardımcı olan bileşenlerin analiz edilmesine ve tasarıların yasalaşma ihtimalinin belirlenmesine yönelik olarak da kullanılabilmektedir. Yapay zekanın tasarıların yasalaşma sürecinin tahmin edilmesinde kullanılmasının temel gerekçelerinden biri ABD Kongresinde tasarıların yasalaşma oranının oldukça düşük olmasıdır. 93. Kongre döneminden (3 Ocak 1973-20 Aralık 1974) bugünkü 116. Kongre dönemine gelinceye değin yasalaşma oranının en yüksek değerini aldığı dönem olan 100. Kongre döneminde (6 Ocak 1987-22 Ekim 1988) dahi bu oran %7’dir. Karmaşık verilerden anlamı sonuçların çıkarılmasın mümkün hale gelmesinin ardından ABD’de uzun süredir mevcut bulunan bu hale bir “çözüm” getirilmiştir. 2018 yılında kamuoyuna yansıyan bilgilere göre söz konusu alanda faaliyetleri olduğu bilinen FiscalNote resmi web sitelerini tarayarak Kongre, 50 yerel yasama meclisi ve 9.000 kent konseyindeki 1,5 milyondan fazla tasarı hakkında veri toplamaktadır. Söz konusu veriler kamuoyuna açıktır.
2013 yılında Tim Hwang tarafından kurulan FiscalNote’un kendi kendine öğrenen yapay zekası geçmiş verilere göre başarı şansını etkileyen belirli bağlamsal anahtar kelimeler ve ifadeler doğrultusunda tasarıyı değerlendirmektedir. Ardından bunu tasarının sponsorları ve yasa yapıcıların oylama kayıtlarıyla ilgili bilgilerle birleştirerek tasarının geçme olasılığını belirtmektedir. Ancak bu olanakların küçük bir kesimi daha da güçlü kıldığına ilişkin eleştiriler bulunmaktadır. ABD’de yasa tasarılarının oluşmasında ve bu tasarıların kabul edilmesinde lobicilik faaliyetlerinin merkezde yer aldığı göz önüne alındığında bu eleştiriler pek de haksız değildir.
Geçmiş verilerdeki basit korelasyonların tasarıların geçip geçmeyeceği üzerinde anlamlı sonuçlar oluşturamayacağına yönelik değerlendirmeler mevcuttur. Ayrıca tasarıların yasalaşma ihtimalinin belirlenmesi alanında FiscalNote’un başarısız olduğu da değerlendirilmektedir. Ancak şirketin bu alanda faaliyet gösteren tek şirket olmaması ve olası gelişim olanaklarının mevcudiyeti göz ardı edilmemelidir.
Politik belirsizliklere ek olarak Korona virüs kaynaklı belirsizliklerin bulunduğu bir ortamda yapay zekayı kullanarak devlet kayıtlarını bir araya getiren ve müşterilerine kişiselleştirilmiş veriler sunan FiscalNote’un çözümleri yoğun bir ilgi ile karşılaşmıştır. Yani yapay zeka siyasetçilerin ve diğer koşulların neden olduğu belirsizlik karşısında şeffaflığın artmasına da neden olabilmektedir.
Bir sonuç
Yapay zeka demokratik yönetimler için aynı anda bir tehdit ve fırsat unsurudur. Ancak bu sonuç yapay zekanın niteliklerinden öte yapay zekanın temel “gıdası” olan verilerin nasıl elde edildiği ve diğer toplumsal süreçlerin nasıl yönetildiği ile ilişkilidir. Dolayısıyla yapay zekanın demokrasimiz için taşıdığı önemi belirleyecek olan regülasyonlardır. Ancak fiili durum her zaman olduğu gibi bu alanda da hukuki durumun önündedir.
Öte yandan bir sonraki yazımızda değerlendireceğimiz üzere bizzat yapay zeka anti-demokratik yönetimlere güç sağlayan ve insan haklarını yok eden bir unsur haline de gelebilmektedir. Öyle ise muhtemel biçimde yapay zeka, ilerleyen süreçte de demokrasiler için bir tehdit ve fırsat unsuru olma niteliğini sürdürecektir.
