İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ÇİN-AVUSTRALYA GERİLİMİNİN BİRİNCİL KAYNAĞI OLABİLİR Mİ?
Teknoloji ve ticaret savaşı ABD ve Çin özelinde belirginlik kazansa da “savaş” pek çok “cephede” devam ediyor. Bu savaşın bir parçası olarak gelişen Çin-Avusturalya geriliminin ve bu gerilimin esas kaynağının doğru analiz edilebilmesi doğru politikaların oluşturulabilmesi bakımından mühimdir.
Avustralya, 19 Kasım’da Genelkurmay Başkanı General Angus Campbell tarafından açıklanan bir rapor ile özel kuvvetlere mensup bazı askerlerinin Afganistan’da 39 masum kişiyi katlettiğini itiraf etti. 30 Kasım’a gelindiğinde ise Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien “Korkma, barış getirmeye geliyoruz” yazılı bir görseli, “Afgan sivillerin, Avustralyalı askerlerce öldürülmesi şoke edici. Bu tür eylemleri şiddetle kınıyor ve sorumluluk almaya çağırıyoruz.” ifadesiyle birlikte Twitter’da paylaştı.

Avustralya Başbakanı Scott Morrison, “son derece çirkin” olarak nitelediği bu paylaşım nedeniyle Çin’in özür dilemesini talep etse de bu talep Çinli makamlar tarafından reddedildi. Dahası Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying meslektaşı Licien’ı, “Neden? Afgan sivilleri acımasızca öldürmelerinin haklı ama böylesine acımasız bir vahşiliğin kınanmasının haklı olmadığını mı düşünüyorlar? Afganların hayatı değerlidir.” sözleri ile net bir biçimde savundu.
Katledilen Afganların hayatlarının önemli olduğu aşikar. Ancak şu soruyu da sormak gerekir: “Afghan lives matter” ifadesiyle ABD’deki “Black lives matter” (siyahilerin hayatı değerlidir) protestolarına atıfta bulunan Chunying ve nitekim Çin için Uygur Türklerinin hayatı da değerli midir?
Çin’in Avusturalya Büyükelçiliği 18 Kasım 2020’de basına servis ettiği bir belge ile Çin-Avusturalya ilişkilerinde;
⦁ Huawei ve ZTE’nin Avusturalya’nın 5G ağından yasaklanması,
⦁ “Muğlak ve temelsiz” ulusal güvenlik kaygıları doğrultusunda kısıtlamalar getirilerek altyapı, tarım ve hayvancılık gibi alanlardaki 10’dan fazla Çin yatırım projesinin reddedilmesi,
⦁ “Hiçbir delil olmamasına rağmen” Çin’in aleyhine gelişen örtülü siber saldırı iddiaları,
⦁ Covid-19 hakkında bağımsız bir soruşturma yapılmasına yönelik çağrıda bulunulması,
⦁ “Doğru olmayan” raporların yayılması için Çin karşıtı düşünce kuruluşlarına fon sağlanması ve
⦁ “Çin’in” Sincan, Hong Kong ve Tayvan meselelerinde Avusturalya’nın “aralıksız ve kötü niyetli” müdahaleleri gibi sorunları da içeren 14 sorunun bulunduğunu açıklamıştır.
Çin, Avustralya’nın Afganlara yönelik zulmünden duyduğu rahatsızlığı açık bir biçimde bildirse de egemenliği altındaki topraklarda kendisi tarafından oluşturulan zulmün mevzubahis edilmesinden dahi rahatsız.
Morrison ise Çin’in Avustralya Büyükelçiliği’nin sıraladığı 14 sorun karşısında, Çin Büyükelçiliği kaynaklı bu “resmi olmayan belgenin” Avusturalya’nın, ulusal çıkarlarına göre kendi kural ve yasalarını belirlemesini durdurmayacağını belirtti. Dolayısıyla Uygur Türklerini destekleyen bir tutum içerisine girmiş olsa da Avusturalya’nın odak noktasında da ulusal çıkarlarına uygun karar alma yetisini koruma arzusu yer almıştır.
Açıktır ki vatandaşlarının veya belirli toplum kesimlerinin çıkarını geliştirmeyi ve kızışan güç yarışında daha iyi bir pozisyon elde etmeyi hedefleyen bu iki devlet de küresel bir insan hakları savunucusu değildir. Maalesef hem Uygur Türklerinin hem de Afganların karşı karşıya kaldığı insan hakları ihlalleri, gerilimin birincil bir kaynağı değildir. Çin ve Avusturalya halihazırda ikili ilişkilerinin gergin olduğu bir ortamda, diğerinin neden olduğu zulmü bir propaganda malzemesi olarak kullanmaktadır.
Çin-Avustralya geriliminin en belirgin ve birincil kaynağı: 5G
Çin-Avustralya ilişkilerinin 40. Yılının kutlandığı; her iki ülkenin resmi kurumlarının ticaret ve hizmet sektörüne (turizm ve eğitim) yönelik güçlü birlikteliği vurguladığı 2012 yılında dahi uzmanlar, yoğun ekonomik ilişkilerin politik güven ile desteklenemediğini belirtiyordu. Bu durumun en temel göstergelerinden biri ise Kasım 2011’de dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın, 2.500 deniz piyadesinin Avustralya’da görevlendirilmesinin planladığını açıklamasıdır. Obama Avustralya Parlamentosunda yaptığı konuşmada “üzerine düşünülmüş” ve “planlı” bir karar verdiğini belirtmiş, Çin ise söz konusu karardan duyduğu memnuniyetsizliği açık bir biçimde ortaya koymuştu. Obama konuşmasında Çin’e yönelik “iyi niyetli” ifadeler kullansa da bu kararın Çin karşısında alındığı herkesin malumuydu. Dolayısıyla yoğun ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmek istendiği 2012 yılında dahi söz konusu, dış ilişkiler ve güvenlik olduğunda Avustralya, müttefiki ABD ile birlikteydi.
Bir devletin sınırlarını koruma arzusu verilerini koruma arzusundan ayrı düşünülemez. Zira verilerin korunamadığı bir ortamda gerçek manada sınırları koruyabilmek de mümkün değildir. Yalnızca bu kapsamda değerlendirildiğinde, Çinli telekomünikasyon şirketlerinin teknik yeterliliğe ve maliyet avantajına sahip olmasına ve Çin ile güçlü ekonomik bağların bulunmasına rağmen Avustralya’nın, 2012 yılında ülkenin geniş bant internet imkanını arttırmayı amaçlayan NBN projesinde Huawei’nin yer almasının önüne geçmesi, anlamlı hale gelmektedir.
ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu tarafından Ekim 2012’de hazırlanan bir raporun Huawei ve ZTE’nin ağ ekipmanlarının ulusal güvenlik için bir tehdit teşkil ettiğini belirtmesinin ardından gelişen süreçte bu tehdit olgusu hem ABD hem de Avustralya için giderek belirginlik kazandı. Ağustos 2018’de ise Avustralya, Huawei ve ZTE’nin ekipmanlarının 5G ağında kullanılmasını yasakladı.
2018 yılındaki bu karar halihazırda politik güvenden ziyade ekonomik çıkarlara dayanan ikili ilişkilerde oldukça ciddi bir kırılmaya neden olurken her iki ülkenin de karara yönelik yaklaşımında anlamı bir değişim oluşmadı. Çinli şirketlerin 5G ağından dışlanması; Avustralyalı makamlara göre Avustralya’nın ulusal çıkarlarını ve ulusal güvenliğini korunması için bir gerekliliktir. Çinli makamlara ve yasaklamaya maruz kalan şirketlere göre ise bu, Avustralyalı şirketlerin ve tüketicilerin çıkarlarına hizmet etmeyen “siyasi amaçlı” bir karardır.
Özellikle 2018 sonrasında her iki ülke farklı konuları araç haline getirerek birbirlerine yönelik karşılıklı hamlelerde bulunsa da Huawei ve ZTE’nin ekipmanlarının 5G ağında kullanımının yasaklanması güncelliğini koruyan bir karar olmayı sürdürdü. Zira bu karar Çin için ekonomik kayıpların ötesinde anlamlar içermektedir. Çin’in perspektifi ile değerlendirildiğinde söz konusu karar, giderek internet teknolojilerine dayanacağı bariz bir gerçek olan yeni küresel düzende Çin’in stratejik kazanımlar elde etmesinin önüne koyulan bir taşlardan biridir.
Mevcut durum
Çin ve Avustralya arasındaki gerilim, Mayıs 2020 sonrasında Çin tarafından giderek genişletilen ticari kısıtlamalar ile daha da belirginlik kazanan bir hal aldı. Bu kısıtlamalar, ihracat gelirleri bakımından Çin Pazarına bağımlı olan Avusturalya Ekonomisini bir kriz ortamı içerisine sokmayı çabalamaktadır. Oysa Avusturalyalı uzmanların dahi kabul ettiği üzere Avusturalya’nın Çin üzerinde böyle bir gücü bulunmamaktadır.
Çin Yönetimi ile doğrudan ilişkileri olduğu bilinen Global Times’da, konuya ilişkin olarak yayınlanan makaleler genel olarak şu değerlendirmeleri içeriyor;
⦁ Avustralya’nın ihracatı Çin pazarına dayalı,
⦁ Huawei’nin 5G ekipmanları oldukça nitelikli,
⦁ Avustralya, Huawei’nin 5G ekipmanlarını yasaklayan ilk ülke,
⦁ Avusturalya, ABD’ye bağımlı politikalar izliyor.
Global Times’da yer alan bir ifade ise Çin’in Avusturalya’ya yönelik yaklaşımını tüm yalınlığıyla ortaya koyuyor: “Avustralya Yönetimi, en büyük ticari partneri ve ihracatının yaklaşık üçte birinin kaynağı olan Çin ile dostane bir ilişki sürdürmeye gayret etmeliydi.”
Ticaret ve insan hakları gibi farklı yansımaları olsa da Çin-Avustralya geriliminin en belirgin ve birincil kaynağı; Avustralya’nın Huawei ve ZTE’nin ekipmanlarının 5G ağında kullanımını yasaklanmasıdır. Dolayısıyla söz konusu yansımalarda değişikliğin oluşması, Avusturalya’nın verilerini koruma veyahut Çin’in ekonomik ve stratejik kazanımlar elde etme arzusunda anlamlı bir değişikliğin oluşmasına bağlıdır.
