KÜMÜLATİF ZEKA: BİRİKİMİ İŞLEYEBİLMENİN GÜCÜ
İnsanlığın daha ileriye gitme serüveni bizleri gerçekliğin sınırlarına eriştirdi. Bugün insanlık yalnızca güç, hız ve sağlamlık gibi özellikleriyle değil “zekasıyla” da yarışan teknolojiler geliştiriyor.
Yapay zeka teknolojisiyle insanlık; makinelerin insan zekasını taklit etmesi, insan deneyimlerinden (veri) öğrenmesi ve yeni durumlara adapte olması gibi çığır açıcı bir gerçeklikle yüzleşiyor.
Dönüşümün olası sonuçları insanlığın gözünü kamaştırsa da yapay zeka, neredeyse bilgisayarlarla eş bir geçmişe sahip.
Yapay zekanın babası olarak anılan İngiliz matematikçi Alan Turing, 1947 yılında London Mathematical Society’de yaptığı konuşmada “deneyimlerden öğrenebilen makine” ifadesini kullanmıştı. 1955 yılına gelindiğinde ise ilk yapay zeka konferansı olarak değerlendirilen 1956 Dartmouth Conference’ın öneri mektubunda “yapay zeka” ilk kez bir kavram olarak karşımıza çıkmıştı.[1]
Öğrenmenin her yönünün veya zekanın herhangi bir özelliğinin prensipte kusursuz biçimde tanımlanabileceği ve bu kusursuzluk doğrultusunda bunları simüle etmek için bir makine yapılabileceği fikri 1950’li yıllara dayansa da bugünü farklı kılan en temel unsur verinin miktarı ve çeşitliliğidir.[2]
Bu doğrultuda değerlendirildiğinde her ne kadar yapay zeka, terminolojik olarak yerleşik bir kavram olsa da mevcut paradigma değişiminin muhtevasını ve kapsamını ifade etmekte son derece yetersizdir. Zira karşı karşıya olduğumuz teknoloji, organik zekaya karşı üretilmiş; “yapay” bir zeka değildir. İnsanlığın yıllar içerisinde biriktirdiği her şeyin bir araya getirilmesi ve daha öncekileri tekrar etmeye ihtiyaç duymadan onun üzerine yeni bir şey koyma imkanını sağlayan kümülatif ve kolektif bir zekadır. Yapay zeka, insan eli ve zekasıyla üretilen birçok sistemin ve sensörün biriktirdiği veri ve bilginin ya kendisi ya da ondan türetilmiş modellemesidir.
Söz konusu kümülatif ve kolektif zeka, insanlığın emeği ve deneyimleri olmaksızın varlık ve gelişim gösteremez. Bu hususta yapay zeka arama motorlarını bir örnek olarak incelersek, arama motorlarının sunduğu cevapların; insanlığın biriktirdiği milyarlarca satırlık dosya, belge ve çalışmalar üzerinde oluşturulan modellemelerin bir sonucu olduğu görülecektir.
Farklı tipte sivil ve askeri araç, drone ve uçağa entegre edilen sensörler ve bu sensörler üzerinden elde edilen verileri anlamlı hale getiren yapay zeka modellerinde de benzer bir durum söz konusu. Zira hangi verilerin toplanacağını, bu verilerin ne şekilde ve ne için işleneceğini tayin eden insanlardır.
“Yapay zeka çağında insan ırkının sonu mu gelecek?”, “İnsanlık makinelerin kölesi mi olacak?” gibi popülist sorular yapay zeka algoritmalarını; mutlak kontrolü ele geçirme hedefi doğrultusunda, her türlü kötülüğü işlemekte beis görmeyen bir varlık olarak konumlandırıyor.
Modern tarih de dahil olmak üzere tarih sahnesinde insanlık pek çok kez soykırımlarla karşılaştı. Ve maalesef tarihteki örnekler şöyle dursun günümüz dünyasında, farklı toplumsal gruplar; etnik, dinsel, dilsel ve diğer kültürel farklılıkları doğrultusunda ötekileştiriliyor ve katlediliyor. Değerli kaynaklara erişim yolunda toplumlar haritadan silinebiliyor.
Hal bu iken insanlar tarafından geliştirilen algoritmaları bir tehdit olarak gören aktörlere, teknolojiyi hedef tahtasına koymak yerine, toplumlarındaki ve benliklerindeki önyargılarla yüzleşmelerini tavsiye etmek isterim. Zira yapay zeka teknolojisinin ne gibi sonuçlar doğuracağını belirleyecek olan, algoritmaların kimlerin klavyelerinde yazılacağıdır.
Yapay zeka teknolojisinin popülist, spekülatif ve manipülatif tartışmalara konu olmasının tek gerekçesi “katil robot tehdidi” değildir.
Yapay zeka teknolojisi, veri toplama kabiliyeti olan aktörleri, ülke yönetimleri karşısında yeni bir güç odağı haline getirebilir. Zira teknoloji devlerinin veri toplama kabiliyetleri bu şirketlere istihbari amaçlarla da kullanılabilecek bir güç alanı sunmaktadır. Yapay zeka çağında teknoloji devlerinin kendini besleyen bir döngü içerisinde daha çok veri toplama ve işleme kabiliyetine erişmesi ise teknoloji devlerinin bir daha da yakalanamaz biçimde büyümesine neden olmaktadır. Nitekim bu durum bir yandan ABD ve Çin gibi hegemon ülke konumunu koruma ve hegemon ülke olma arzusundaki iki ülkenin, birbirlerinin teknoloji devlerini karşılıklı olarak şeytanlaştırmasına neden olmaktadır. AB gibi üçüncü ülkeler ise regülasyonlar yoluyla teknolojinin değerleriyle uyumluluğunu sağlamaya çalışmakta ve vatandaşları üzerinden elde edilebilecek bu veri gücünü sınırlandırmak istemektedir.
Yapay zeka teknolojisi, teknoloji devlerinin merkez ülkelerine önemli bir güç alanı sunsa da bu gücün merkez ülkelerin kendi otoriteleri üzerinde de etkiler doğurabileceği açıktır.
İlk tartışmaları kişisel veriler üzerinde şekillenen teknoloji devlerinin gereğinden fazla “büyük” olma durumu, endüstriyel verilerle farklı bir seviyeye erişebilir. Bu gerçekliği, AB Komisyonu Üyesi Thierry Breton’ın Şubat 2020’deki şu ifadeleri üzerinden de okuyabiliriz: “Kişisel veriler savaşı olan ilk dalgayı (yapay zeka dalgası), ilk savaşı, kaybettiğimizin farkındayız… ‘iyi haber’ AB’nin bir sonraki mücadelenin endüstriyel veriler üzerinde olacağını anlamasıdır.”[3]
Son yıllarda kat ettiği büyük gelişim doğrultusunda bugün yapay zeka, birçok teknolojinin altlığı haline gelmiştir. Nitekim yapay zeka teknolojisinin olası etki alanlarını analiz eden herhangi bir çalışmaya bakıldığında küresel ticaretteki neredeyse tüm sektörlerin ve pek çok farklı teknolojinin bu listelerde yer aldığı görülecektir. Sağlık, finans, eğitim, güvenlik, tarım, e-ticaret, siber güvenlik ve kişiselleştirilmiş her türlü hizmet bu hususta bir çırpıda sıralanabilecek birkaç örnek alandır.
Nasıl dün bilgisayar destekli eğitim, bilgisayar destekli mimari ve bilgisayar destekli tomografi gibi bugün kulağa manasız gelen ifadeler kullanıldıysa yarın da herhangi bir alan “yapay zeka destekli” olarak tanımlanmayacaktır. Bilgisayar teknolojisi nasıl yatay bir altlık haline gelmişse, yapay zeka da her türlü ürünleşme serüveninin teknoloji altlığı haline gelecektir, gelmek üzeredir.
Hal bu iken önümüzdeki üç beş yıl içerisinde yapay zeka teknolojisinin kullanımı bir tercih ya da avantaj olmaktan çıkacaktır. Yapay zeka teknolojisini kullanmamak ise en basit tabirle bitkisel hayatta ölümü beklemek anlamına gelecektir. Dolayısıyla bugün yapay zeka, rekabet edebilmenin değil, oyun dışı kalmamanın ön koşulu haline gelmiştir.
Yapay zeka teknolojisinin önemini azaltmaya yönelik her türlü popülist tartışmanın karşısında dururken yapay zekanın;
- Kişisel mahremiyete zarar vererek bir baskı unsuru haline gelmek,
- Deepfake gibi uygulamalarla gerçeği saptırmak,
- Dezanformasyon operasyonlarına güç sunarak yıkıcı etkiler oluşturmak ve
- Organik bilgi üretimi çabalarını azaltmak gibi risk ve tehditler içerdiği göz ardı edilmemelidir.
Söz konusu risklerden arınmanın ön koşulu yapay zeka pazarındaki aktörlerden biri olmaktan geçmektedir.
Öncelikle yapay zeka teknolojisi, “evlerinin garajlarından” çıkarak birer teknoloji devi haline gelen mühendislerin başarılarının bir yenisine kaynaklık etmeyebilir. Zira yapay zeka, yetkin uzmanlığın yanı sıra büyük veri setleri ve işlem gücü “computing power” gereksinimiyle öne çıkıyor. Nitekim bu durum, yapay zeka alanında faaliyet gösteren araştırmacı ve girişimcileri zorlayan en temel unsur olarak belirginleşmekte ve kaynak ihtiyacı doğrultusunda küresel düzeyde farklı girişimlerin teknoloji devlerinin bünyesine dahil olmasının da ana gerekçelerinden birini teşkil etmektedir.
Bugün dünyada araçlar, çalışma ortamları ve ekipmanlar gibi çok farklı alanlarda “shared resources” kaynak paylaşımı uygulamaları yaygınlık kazanıyor. Şirketler yeni bir ofisi A’dan Z’ye dizayn etmek ve genel gider maliyetlerine katlanmak yerine, ortak çalışma ortamlarında belirli süreleri kiralayabiliyor. Ya da yalnızca birkaç kez kullanılacak pahalı bir ekipmanı satın almak yerine ortak kullanım yoluyla bu ekipman, kullanıldığı ölçüde bir maliyetle temin edilebiliyor.
Bu yaklaşımın bir yansıması olarak yapay zeka temelli ‘as a service’ hizmetleri, bulut bilişim üzerinden hizmetler sunarak işlem gücünün erişilebilirliğini artırıyor. Yapay zeka için gerekli olan işlem gücünün bulut temelli ortak paylaşım prensibine göre açılması, aslında bu teknolojik altlığın sadece buna donanım yatırımı yapabilen elitlerin (her türlü teknoloji devi, hegemon konumdaki ülke yönetimleri ve güç odağı haline gelen organizasyonlar) tekelinden çıkarılmasını mümkün kılabilir.
Unutulmamalıdır ki yüksek maliyetler ve yoğun ithalat faaliyetleriyle kurulabilen yapay zeka data center’larının kullanım ömürleri boyunca tam kapasite ya da en az buna yakın biçimde çalışması milli kaynakların etkin kullanımının da bir koşuludur.
Erişilebilirlik, maliyet etkinlik ve ölçeklenebilirlik çıktılarıyla yapay zeka temelli ‘as a service’ hizmetlerinin yaygınlaşması, teknolojiye farklı katmanlardan uzmanların katkı sunabilmesi için oldukça kritik bir değere sahiptir. Bu kritik olası çıktıyı vurgularken yapay zeka data center’larının, sınırlı bir grubun elinde bir “showroom” haline gelebilen laboratuvarlarla aynı kaderi taşımamasını dilerim.
Ortak kaynak kullanımını desteklerken ortak alanlara tıkalı kalmış fikirlerden de bir o kadar kaçmak gerekli. Maalesef bugün pek çok uzman ve kurum sürekli biçimde birbirini tekrar eden fikirlere yoğunlaşmış durumda. Ya da daha acısı milyarlarca dolarlık ekonomik gücü ve temelleri onlarca yıla dayanan teknoloji devlerinin yapay zeka alanındaki faaliyetlerinin bire bir aynısının elde edilmesinin umulması. Gerçeklikten uzak bu alelade yaklaşımların, yaratıcı fikirleri susturmasına izin verilmemeli.
Yapay zekanın temel yakıtı veri olsa da anlamlı sonuçlar elde etmek için her zaman milyonlarca insanın onlarca yıllık süreçte neleri like’ladığı, nerelerde olduğu ve hangi alanlarda arama yaptığı bilgisine erişmeye gerek yok. Bu doğrultuda belirli bir amaç etrafında toplanmış ya da üretilmiş nispeten kısıtlı verilerin bile birçok dikey ürünleşmenin ortaya çıkması için yeterli olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Yapay zeka tüm ekonomik ve stratejik gücüyle günbegün belirginleşirken lider olma yolunda ülke yönetimleri milyonlarca dolarlık teşviklerde bulunurken ve mevcut elitler yarışa oldukça önde başlamışken; popülist tartışmalara odaklanmak, teknolojiyi bir satış-pazarlama unsuru olarak konumlandırmak ve trendleri yanlış okumak geri dönülemez sonuçlar doğuracaktır. Bu hususta oyunun dışında kalmamak adına ne yapılmaması gerektiği açıktır.
Bu yazıyla “Oyun Dışı Kalmamak”ın ikinci baskısının sonuna gelirken yapay zekaya odaklanan yeni bir çalışma içerisinde olduğumu da sizlere iletmek isterim.
Oyunu değiştiren yeni fikirlerin, teknoloji ekosisteminin tekelci dengesini değiştirmesi ümidiyle…
Kaynak: https://www.savunmatr.com/kumulatif-zeka-birikimi-isleyebilmenin-gucu/